Skip to main content

STUDIO VISITS: ST. PIA

St. Pia’nın kurucusu Talisa ile bir araya geldik.  Markanın nasıl ortaya çıktığını, tasarıma olan bakışını, kahvenin günlük hayatındaki yerini ve mağazadaki özenli detayları konuştuk. Sokak hayvanlarına duyduğu sorumluluk ve bu yaklaşımın markaya nasıl yansıdığını da yakından dinleme fırsatı bulduk.

                               

Bize biraz geçmişinden ve St. Pia’nın hikayesinden bahseder misin? 

 

   Sanat ve zanaatla iç içe bir ailede büyüdüm; yolculuğuma Kapalıçarşı’daki kuyum atölyelerinde çıraklık yaparak başladım. Central St. Martins’den mezun olduktan sonra Londra’da mücevher ve lüks ürün tasarımcısı olarak çalıştım. Edindiğim tasarım anlayışını ve detaylara verdiğim önemi, kalpten bağlı olduğum bir amaçla birleştirerek 2020 yılında İstanbul’da St. Pia’yı kurdum.

   St. Pia, tasarımın gücüyle dünyada bir fark yaratma hayaliyle doğdu.Hem insanlar hem de patili dostlarımız için anlamlı ve kaliteli ürünler sunarken, özellikle Türkiye’deki sokak hayvanlarına yönelik gönüllü koruma ve kurtarma çalışmaları yürütüyoruz.

   Markamızın merkezinde, “kusurları kabullenmek ve sevmek” felsefesi yer alıyor; bu ruh hem tasarım dilimize hem de hikâyemize yön veriyor. Mükemmellikten uzak bir estetik ifade ile kusurları yüzünden terk edilmiş ya da hiç kabul görmemiş hayvanların hikâyelerine ışık tutmayı amaçlıyoruz.

 

St. Pia ürünleri yanı sıra sokak hayvanlarını sahiplendirmek için muhteşem bir çaba gösteriyorsun. Hepsi ile aynı olmasa da bu süreci biraz anlatabilir misin? 

 

   Her kurtarma süreci kendi içinde bambaşka bir hikâye barındırıyor. Gönüllü olarak bireysel kurtarmaları kendim yürütüyorum. Genellikle sokakta ya da barınakta karşılaştığım canların kimisi uzun ve zorlu bir sağlık sürecinden geçiyor, kimisi ise karakterine göre özel eğitim ve rehabilitasyon çalışmaları gerektiriyor.

   Bu yolculukta en zorlayıcı kısım, doğru aile eşleşmelerini sağlamak. Sahiplendirme sürecindeki insan iletişimleri zaman zaman oldukça yıpratıcı olabiliyor. Bir canı sadece sahiplendirmek değil, ona gerçekten ömür boyu yuva olabilecek doğru aileyi bulmak önceliğimiz. Bu da bazen aylar, hatta yıllar sürebiliyor. Her kurtarılan ve yeni hayatına kavuşan can ise bana St. Pia’nın varoluş amacını tekrar tekrar hatırlatıyor. 

   Bireysel kurtarmaların yanı sıra, birçok kurum ve dernekle birlikte daha geniş çaplı projelerde de aktif rol alıyoruz. Kısırlaştırma ve aşılama seferberlikleri, afet ve kriz dönemlerinde toplu kurtarmalar, tedavi ve mama desteği gibi alanlarda sürekli sahada yer alıyor, daha fazla cana ulaşmaya çalışıyoruz.

 

Günlük rutinlerin nelerdir? Sabah işe gidene kadar düzenli olarak yaptığın aktiviteler var mı?

    Rutinleri çok seven bir insan olsam da yaptığım iş dolayısıyla günlerim birbirine benzemiyor. Sabah rutinime kısa da olsa bir spor seansı katabildiğim dönemler ruh halime olumlu etkisini hissediyorum.

 


Biraz da St. Pia’nın mağazasından bahsedelim. Çalışma alanın senin için ne ifade ediyor? Yaratıcı tarzını nasıl yansıtıyor?

 

   St. Pia’da her şey çok doğal bir akış içinde ilerliyor. Ön taraf mağazamız, arka taraf ise ofisimiz. Süslemelerimizden mankenlerimize, vitrinden detaylara kadar her şeyi kendi ellerimizle yapıyoruz. Bu bilinçli bir tercih ve bundan büyük keyif alıyoruz.

   Çalışma alanımız adeta bizimle birlikte yaşayan bir ruh hali taşıyor. İçerde her zaman kurtarılmış bir hayvan, kedilerimiz veya terasımıza sığınmış bir kuş oluyor. Bu yaşam dolu alan, güven ve sevgi dolu atmosferiyle hem yaratıcılığımıza ilham veriyor hem de St. Pia’nın ruhunu birebir yansıtıyor.

 

Kahve günlük rutininin neresinde yer alıyor? Çalışırken içtiğin kahvede aradığın, olmazsa olmaz dediğin özellikler var mı?  

 

   Benim tercihim çoğunlukla filtre kahve oluyor. Genellikle evde veya işte kendim demliyorum. Sezonluk çekirdeklere önem veriyorum ve mümkün oldukça arka arkaya aynı çekirdeği almamaya özen gösteriyorum çünkü her gün kahve içsem de, bu benim için otomatiğe bağlanmış bir alışkanlık değil. Her demlemede kahvenin tat notalarını fark ederek içiyorum, bu beni ana getiriyor. 

 

 

 

 

İlk akılda kalan kahve deneyimini hatırlıyor musunuz? Onu özel kılan neydi?

 

   Küçüklüğümden beri kahve, aile kültürümüzün vazgeçilmez bir parçasıydı.

   Sevdiklerimizle bir araya geldiğimizde mutlaka “ni un café” (bir kahve bile içmedik) esprisi yapılır, ya da vedalaşırken “nereye gidiyorsun, hadi bir kahve daha içelim” cümlelerini duyardık.

   Bu ifadelerle benim için bir araya gelmenin, paylaşmanın ve sevginin sembolü. Hala da bu ifadelerle sevdiklerimi ‘bir kahve kadar’ daha yanımda tutmaya ikna ederim.

 

 

Sık sık çalışmak için Petra’yı tercih ediyorsun. Dışarda çalışmak seni nasıl motive ediyor?

 

   Detaylarda kaybolmaya yatkın biriyim-iyisiyle kötüsüyle, bunu en çok iş yerinde fark ediyorum.

   Bu yüzden zaman zaman Petra’nın kurtarılmış bölge tadındaki atmosferinde çalışarak kendime bir nefes alanı açıyorum. Ofiste bazen su içmeyi bile unuttuğumuz yoğun günlerin aksine, burada zamanı daha dengeli kullanıyor, hem zihnimi hem de bedenimi besleyebildiğim bir tempo yakalıyorum.

 

Petra’da çalışırken tercih ettiğin kahve ve yemek nedir? 

 

   Petra’da mutlaka o gün önerilen filtre kahveyi, yazın ise stout tercih ediyorum çünkü stout’u evde yapamıyorum. Yemek olarak falafel & humus’u tercih ediyorum veya şanslı günümdeysem, günün yemeklerinde vegan/vejeteryan seçenekler oluyor.

 

 

Evcil hayvan ürünlerinin yanı sıra bizler içinde ürünler (şapka, yağmurluk gibi) üretmeye başladın. Böyle bir projeye başlama sebebin neydi? Daha fazla ürün çeşidi görecek miyiz?

 

   Açıkçası bu tamamen insanların talebiyle gelişti. Evcil hayvanı olmayan ama ürünlerimizi çok beğenen ya da bizi desteklemek isteyen insanlardan düzenli olarak mesajlar alıyorduk.

   Beklediğimizin çok üzerinde bir ilgi gördü ve bu da bizi gerçekten çok mutlu etti. O yüzden kesinlikle devamı gelecek; ilerleyen dönemde daha fazla ürün çeşidi sunmayı planlıyoruz. Tasarım anlayışımızı sadece patili dostlarımızla sınırlamayıp, herkesin hayatına dokunan ürünler üretme fikri bizi ayrıca çok heyecanlandırıyor.